Güvenlik; hayatımızda iki faktör olarak yer alıyor. Gerçekten güvende olmamız ya da güvende hissetmemiz. Gerçeklik ve his ! Bu yüzden gerçekte güvende olmadığımız halde güvendeymiş gibi hissedebiliriz. Gerçekten güvende olduğumuzda zaten güvende de hissederiz. Ancak tersi durumda yani güvende hissediyorsak fakat gerçekte güvende değilsek ? Sosyal Mühendislik sanatının doğuşuna bu karışıklık sebep olmuştur. Güvende olabilmek ve güvende hissetmek için bedeller öderiz. Bu bedeller bazen maddi bazen manevi olabilirler. Bilgisayarımıza şifre koymamız özel verilerimizin güvenliğini sağlamak için aldığımız kişisel bir karardır. Bunun bedeli biraz yetenek ve zamandır. Basit ve küçük bir örnek olabilir. Daha geniş düşündüğümüzde ülkelerin kendi çıkarları açısından aldıkları kararları ele alabiliriz. Bu kararlar ile ödenen bedeller para, zaman, yetenek, halkının çıkarlarına olumsuz bir yansıması, gelecekte devletini riske atabilecek olması vb. olabilir. Kendi güvenliğimiz ya da sevdiklerimizin güvenliği, evimizin, arabamızın güvenliği adına hep birşeyler yaparız, alırız ya da veririz. Sonunda ise düşünürüz: “Acaba ödediğim bedel buna değdi mi? ” . Kendimize olumlu bir cevap verebiliyorsak doğru olanı yapmışızdır.
Güvenliğin az ya da çok olması söz konusu mudur ? Örneğin bizim evimiz için sağladığımız güvenlik önlemleri başka biri içinde aynı önemi taşıyor mu ? Bu sorularla düşündüğümüzde güvenliği sağlanmak istenen varlığın yeri, itibarı, değeri vb. kriterler işin içine giriyor. Ben bilgisayarıma şifre koymayı gerekli görürken başka bir arkadaşım kendi bilgisayarına şifre koymayabilir. Bu onun bu önleme gerek ve ihtiyaç duymadığını gösterir. Daha paronayakça düşünürsek bir kafede önünüze gelen çayın zehirli olup olmadığını düşünerek ya da düşünmeden içersiniz. Güvenlik açısından baktığımızda bir riski yani bir takası göze almış oluruz.
Hayatta karşılaştığımız her olay karşısında, özellikle bir karar vereceksek güvenlik açısından bir risk alırız. Bu belki kendi güvenliğimiz, küçük ya da büyük kaybedebileceğimiz birşey veya başka insanların güvenliğidir. Aldığımız sorumluluklar ile ilgili (işimiz, ailemiz, arkadaşlarımız, okulumuz) önemli kararlar vermemiz gereken zamanlar vardır. Tüm bu zamanlarda “risk” denen hissin ortasındayızdır. Ve sonuçta iyi, güzel şeyler kazanabilecekken kaybetme olasılığı da her zaman vardır. Doğru zaman ve doğru yerlerde aldığımız riskler ise bizi büyütür, özgür olmamızı sağlarlar. Hayatımızda aldığımız riskler ile o an garanti altında olan güvenliğimizi de riske atarız. Bizleri olgunlaştıran, kendi yaşamımıza yön vermeyi ve özgürlüğümüzü hissetmemizi sağlayan şey bu risklerdir.
Güvenlik açısında kontrol edebildiğimiz, avucumuzun içinde olan tehditleri küçümseriz. Ancak bizim dışımızda gelişen olaylar da daha çekimser davranırız. Çünkü böyle durumlarda ne gerçekten güvende olabileceğimizi kestirebiliriz ne de o sırada güvende hissedebiliriz. Böyle durumlarda güvenlik açısında bir takasa gireceksek eğer daha önceki tecrübelerimize, benzer durumlara bir geri dönüş yaparız. Bu önyargımızın bize yaşattığı bir süreç gibi sanki.
İşte önyargılarımız yüzünden hissettiklerimiz bazen gerçeklikle aramıza bir perde hatta duvar olabiliyorlar. Sonuçta kaybeden biz oluyoruz. Çünkü hissettiklerimiz ile gerçeklik farklı oluyor. Bu durumda gerçekte güvende değilken güvende olduğumuza dair bir hisse kapılabiliriz. Ya da tam tersi güvendeyken güvende değilmişiz hissi bizi çevreleyebilir.